Narin cinayeti, toplumdaki çürümeyle birlikte medyadaki çöküşü de ortaya çıkardı. Halka bilgi verme sorumluluğunun önüne patronların körüklediği reyting kaygısı, tık avcılığı geçti. Bir kız çocuğunun başına gelen felaket utanmazca bir fırsata çevrilmeye çalışıldı.
Haber üretimi ve dağıtımı; ticaretin hakimiyetine girdiği, reklamlarla ayakta durduğu ve belirli şirketlerin tekelinde bulunduğu ölçüde emekçilerin ortak çıkarları için örgütlenebilme yeteneğini yitiriyor.
Bu nedenle gazetecilik, bugün, şekilciliğin, magazinselliğin, reyting arayışının etkisi altına girmiş durumda. Halkın hakikate ve bilgiye erişim hakkı, olguları yorumdan açıkça ayırma zorunluluğu, kritik bilgileri saklamama gibi ilkeler tamamen rafa kalkmış durumda.
Narin cinayeti spekülasyonla dolu haberlere malzeme yapılıyor, “his haberciliği” adı altında duygular sömürülüyor, sermaye medyası bu durumu bir gösteriye dönüştürüyor.
Öyle ki kara para aklama suçundan kırmızı bültenle aranan bir patron dahi bu acı üzerinden kendini temize çekmeyi, kirli imaj çalışmasına medyayı dahil etmeyi denedi.
Halkın doğru bilgiye ulaşma hakkı kişisel kazançların gölgesinde kalıyor, halka gerçeği ulaştırmanın yerini kurumların/kişilerin çıkarları, dikkat çekme çabası alıyor. Oysa halka yalan söylemek kadar halkın doğru bilgiye ulaşmasının önüne geçmek de suçtur.
Basının görevi halkın “uyumayan gözü” olmak, olayları tüm gerçekliğiyle ortaya koymak, görünenin arkasına işaret etmek ve yaşananları toplumsal bağlamıyla aktarmaktır.
Narin cinayeti sözün bittiği değil, başladığı yerde olduğumuzu bir kez daha gösterdi.
Bizim sözümüz gerçeklerin üzerini örten karanlığa, hakikati istismar eden yozlaşmaya, bu düzenin çürümüşlüğüne karşıdır.
Çünkü Bizim Sözümüz aydınlığın, eşitliğin sözü, gerçeğin ta kendisidir!
İletişim Emekçileri