Medical Park, İstinye Üniversitesi Hastanesi ve Liv Hospital’da sağlık emekçilerini “ücretsiz izne zorlama” üzerinden yürütülen işten çıkarma operasyonu, geçtiğimiz haftalarda haber konusu olmuştu. MLP Care adı altında, 17 ilde toplam 31 hastanesi bulunan grubun, 16 bin 460 çalışanı olduğu ifade ediliyor. Grubun hastanelerindeki durumu konuştuğumuz sağlıkçılar, kıyımın görünen ve görünmeyen yüzünü anlattı.
AKP’nin sağlıkta dönüşüm programının en güzide çocuğu, büyüme rekorları kıran özel hastaneler grubu, o dönem ki adıyla Medical Park, 2005’teki 2 hastaneden bugün Türkiye’nin en büyük özel hastaneler grubu haline geldi. Bu büyümenin bir dönem Emine Erdoğan’ın ortaklığı dedikodularıyla taçlandığı, ancak soru önergelerine konu olsa da bir türlü açıklığa kavuşamadığı bir vaka olarak hafızalarda.
Kriz nedeniyle patronun baskısı artıyor
Medical Park Hastanesi’nin halen patronu olan “doktor” Muharrem Usta, Ethem Sancak’la kurduğu ortaklık ve bu arada gündeme gelen teşvik, imtiyaz ve emlak yolsuzlukları haberleri arasında çok hızlı bir büyüme yaşadı. Geçen sene halka arzla yüzde 80’in üzerinde payı İngiliz ve Singapur sermayesine geçen hastaneler grubu, şimdi de kriz bahanesiyle emekçilere saldırıyı yoğunlaştırıyor.
Hem hastanelerinde verilen sağlık hizmet kalitesinin hızla düşüşünden hem de son aylarda gittikçe artan iş yükünden yakınan sağlıkçılar; yaşadıkları baskı nedeniyle korkan, susmayı tercih eden yada durumun düzelmesini bekleyen mesai arkadaşlarının çoğunun, aslında hakkını nasıl arayacağını da bilmediğini söylüyor. Bu söyleşinin bir parça da olsa ortaya koyacaklarının ve dayanışmanın onlar açısından da çok önemli olacağını belirtiyorlar.
Patronun genç istihdam uyanıklığı
Hastanelerinde özellikle 20’li yaşlarının başındaki çok genç ve deneyimsiz sağlık emekçilerinin tercih edildiğini ve sürekli bir sirkülasyona tabi tutulduklarının altını çizerken “bunu 2 ay önce İşkur üzerinden alınan 60 hemşirenin 40’ının bu ay çıkarılmış olması ve yine Ocak ayı için hemşire alım ilanı verilmesinden anlayabilirsiniz” diyorlar. Bu arkadaşlarının çalıştıkları 2 ay için hastanenin ödediği maaş payının, devletin ödediği payın yanında zaten devede kulak kaldığını ve patron tarafından oldukça kârlı bir yöntem bulunmuş olduğunu da hatırlatıyorlar.
Yoğun çalıştırıp ek mesai verilmiyor
Fazla mesai ve ek nöbetin zaten artık rutin hale geldiği hastanelerde, kimi günler aynı anda farklı iki bölümde çalıştırılmak gibi “yaratıcı” baskıların da olması ve buna rağmen ay sonunda yine hiçbir ek mesai yapmamış görünen çizelgelerini görmek isteyen emekçilerin sonuç alamaması ya da kimi zaman 300 saati aşan mesailerinin ödenmek yerine, izne çıkarılarak eritilmesi de cabası. Zorunlu ücretsiz iznin adı mesai izni olarak değiştirilince kafaların karışması ve hak talebinin zorlaşması kaçınılmaz olarak görülmüş olsa gerek patron tarafından.
Aşırı iş yükünün yanında, hastane tarafından sağlanmayan en temel tıbbi malzeme yahut personel eksikliği nedeniyle yaşanan sorunlarda, yöneticileri tarafından bir de hastalarla karşı karşıya bırakılan sağlık emekçileri durumlarını “evine gitmek yerine hastanede uyuyan, bir ayda 10 kilo veren yada çalışırken sinir krizi geçiren arkadaşlarımız var” diyerek aktarıyorlar.
“Bütün bunları gören yöneticilerimiz bize ‘bu süreçten hepimizin fedakarlığıyla çıkacağız’ diyerek sabır beklediklerini söylüyorlar ama mesele artık sabrın çok ötesinde” diyen hastane çalışanları, halkı da hastanelerinde hastaların gözü korkutularak istenen gereksiz tahlil veya uygulanan anlamsız tedavilerle çıkan faturalara karşı uyarıyorlar: “Buraya reçete yazdırmaya gelmiştim, anjiyo olup çıktım diyen hastalar gördük son dönemde.”